Niyetim “nasıl başarılı olunur” üzerine ahkam kesmek değil bu yazıda. Başarı üzerine hayati öneme sahip olduğunu düşündüğüm sorumluluk duygusu üzerine üç beş kelam etmek sadece…
Sorumluluk duygusu, küçük yaşta kazanılan/kazandırılan, kazanılamadığında kişinin tüm hayatını, başarısını ve mutluluğunu etkileyen en önemli kişilik özelliklerinden biridir hiç şüphesiz. Sorumluluk duygusu gelişmemiş bireyler, bağımsız iş yapma becerisini kazanamadıkları için işlerini planlamada, önceliklerini belirlemede, zamanı yönetmede sıkıntı yaşarlar. Böyle kişiler sorumluluklarının daima başkaları tarafından hatırlatılmasını, daha kötüsü başkaları tarafından yerine getirilmesini beklerler. Sorumsuzluk; tembellik, bencillik ve hayalperestliği de beraberinde getirir…
Peki neden sorumluluk duygusu kazandırmıyoruz çocuklarımıza?
Çocuğa kendi kendine yesin diye kaşık verirsek yemekleri elbisesine, masaya, halıya döker. Yerken elini, yüzünü, saçlarını batırır. Çok iş çıkar bize. Biz yedirelim aman ortalık dağılmasın… Saçlarını biz tarayalım, giysilerini biz seçelim, odasını biz toplayalım. Her türlü zorluktan koruyalım. Ne kadar ilgili, merhametli, özenli anne baba desinler. Demeseler de biz öyle hissedelim, vicdanımız rahatsız olmasın… Bırakalım bize bağlı/bağımlı olsun. Şimdi biraz yoruluruz ama ileride bizi ihmal etmesinden, evlenince bizi unutmasından daha iyidir değil mi? Çocuğumuzun çantasını hazırlayalım, ödevlerinin neler olduğunu arkadaşlarından, öğretmenlerinden bizzat öğrenelim. Ödevlerini yetiştiremediğinde ne yapacağız? Ödevini yapamadı diye öğretmene açıklama yapmayı, mesaj yazıp mazeret bildirmeyi mi tercih ederiz? Şimdi üzerine gidersek bir de ağlayıp bağırmaya başlayacak. Aman aman ağlamasın, onun yerine biz yapalım… Seçim yapmasına, konuşmasına, merak etmesine, keşfetmesine izin vermeyelim, ya hata yaparsa! Yok yok özgüveni sarsılmasın…
Ortalık dağılmasın, vicdanımız rahatsız olmasın, bağımsızlık kazanmasın, özgüveni sarsılmasın, çocuklar ağlamasın, velhasıl ağzımızın tadı bozulmasın…
Peki ya öğrencilerimiz? Onların sorumluluk duygularını geliştirici bir tutum içinde miyiz?
Öğrencilerimizden verdiğimiz görevleri yapmalarını, yönergeleri izlemelerini, otoritemizi kabul etmelerini, sorgulamadan itaat etmelerini bekleriz. Böyle davranınca onları onaylarız. Böylece kendi kendilerini yönetme ve kendi öz disiplinlerini sağlama gibi becerilerini köreltiriz, ama olsun yeter ki dersteki mutlak hakimiyetimiz ve otoritemiz sarsılmasın… Yeni ve karmaşık bilgileri genellikle düz anlatım yoluyla, kendi geçmiş deneyimlerimize başvurarak ve sınavlara uygun olacak şekilde direk olarak öğrencilere aktarmaya çalışırız. Böylece onları hazıra alıştırırız, ezbere yönlendiririz, merak duygularını azaltırız ama olsun yeter ki sınavlardaki, standart testlerdeki başarıları düşmesin… Öğrencilerin kendi öğrenmelerinin sorumluluğunu taşıması önemlidir elbette. Kendi hatalarını düzeltme kabiliyetleri vardır ve kendi hatalarını düzelttiklerinde bu hataların tekrarlanma olasılığı azalır. Ama buna imkan tanırsak zamanımız biter, program yetişmez. Napalım yine biz alalım sorumluluğu, biz düzeltelim hataları. Varsın tekrar etsin, yine düzeltiriz. Yeter ki dersin düzeni bozulmasın… Derste çocukların kendilerini rahat hissedebilecekleri bir konfor alanı oluşturmak, onların üretkenliklerini desteklemek, merak duygularını beslemek kulağa hoş geliyor ancak bu her zaman bir belirsizliği de beraberinde getirir. Kendi öğrenmelerinin sorumluluğunu almak öğrencilere zor gelir. Öğrenciler sızlanır, söylenir. Veliler şikayete gelir. Yok yok aman başımız ağrımasın…
Otoritemiz sarsılmasın, sınav başarıları düşmesin, dersin düzeni bozulmasın, veli şikayete gelmesin, velhasıl yine ağzımızın tadı bozulmasın…
Çocukları sorumluluk alabilecekleri ortamlarda yetiştirmedik, eğitmedik… Hayatları ile ilgili temel kararları verebilmelerine izin vermedik… Onlara seçme ve seçimlerin sonuçlarını yaşama fırsatı tanımadık… Yeni şeyleri denemelerine ve yeteneklerini geliştirmelerine engel olduk…
Oldu o zaman… Ne mi oldu?
Sorumluluk duygusu gelişmemiş, doyumsuz, aşırı bencil, oturduğu yerden kalkmayan tembel, dünyaya geldiğine bin pişman, hayalperest bir nesil !?
Zerrin Özer’in şarkısındaki gibi;
“Hem vazgeçip hem seçtiklerimle yepyeni bir dünya kursam
Hem isteyip de hem yapmadığım hayallerim gerçek olsa
…
Evli olup bekar kalsam
Çalışmadan zengin olsam
Çok yiyerek zayıflasam
…
Çok yaşasam yaşlanmasam
Estetiksiz güzel olsam
Olgunlaşıp çocuk kalsam
…
Bana hep bana hep bana, bana hep bana hep bana”
Beklenti çok icraat yok..
Görüntü var ses yok…
Olsun, ağzımızın tadı bozulmadı ya…
Dr. Şeyma Şahin