Doğum günü, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü ve öğretmenler günü gibi günler “kapitalist dünya” tarafından ekonomik amaçlı olarak icat edilmiş, insanları tüketime yönlendiren günlerdir hiç şüphesiz. Hayatımız her geçen gün yenileri icat edilen bu günlerle sarılmış durumda… Günümüzde insanlar görsel bir kültürün içinde yaşamaktadır adeta… Dini ve kutsal değerler gözden düşmüş ve yerine yeni anlamlar (!) ve suni değerler ikame edilmiştir artık… Takvim üzerinde yer alan diğer günlerden hiçbir farkı olmadığı halde bu günlere atfedilen bu suni değer, insanların omuzlarına faydasız “sorumluluklar” da yüklemektedir. Özellikle sosyal medya, bu özel günlerde (!) yapılması gereken davranışları, takınılması gereken tavırları, uygulanması gereken evrensel (!) etkinlikleri hatırlatır hiç durmadan insanlara… Zamanla bu davranışlar, tavırlar ve etkinlikler bir mecburiyete dönüşmekte, unutulduğu zaman gösterilen tepkiler, hediye beklentileri ve özellikle de bugünlerde yaşanılanları sergileme arzusu samimiyeti tam anlamıyla yok etmekte, bu günlere itiraz eden kişiler ise “cins insan” etiketi ile yaftalanmakta ve dışlanmaktadır…
Bahsettiğimiz bu özel (!) günlerden biri ve belki de eğitim hayatı içinde yer alması nedeniyle en zararlı olanı da öğretmenler günüdür malesef. “Eğitimciler İçin Mesleki Etik İlkeler” genelgesinin 12’inci maddesindeki “öğretmenler hediye kabul edemez” hükmüne rağmen okullarımızda yaşanan bazı öğretmenler günü manzaralarına bakalım hep beraber;
Veli whatsapp gruplarında sınıf annesi ya da temsilcisi önderliğinde toplanacak para miktarı ve alınacak hediyelere dair yazışmalar… Yazışmalarla sonuç alınamazsa bizzat telefon görüşmeleri yoluyla diğer öğrenci velilerinden gönüllü (!) olarak temin edilen paralar… Toplanan paralarla alınan ve çalışılan bölgeye, çalışılan okula, veli profiline göre altın kolyelere, markalı saatlere, takım elbiselere kadar geniş bir yelpaze içinde değişen çeşit çeşit hediyeler… Katılmak istemediği, gönlünden gelmediği halde ifade etmekten çekindiği ya da çocuğunun dışlanmasından korktuğu için içtenlik ve samimiyetten uzak bir şekilde hediye organizasyonuna katılan veliler… Katılmak istemediğini dile getirdiği için diğer veliler tarafından “Ne yani bizim öğretmenimiz diğer öğretmenler kadar değerli değil mi? sıkıştırmalarına maruz kalan anneler… Maddi durumu uygun olmadığı halde aile bütçesini zorlayarak, belki sıkıntıya girerek gerekli parayı temin etmeye çalışan babalar… İstediği halde olanakları yeterli gelmediği için hediye parasını veremeyen, bu durumu ifade etmek zorunda bırakılan, mahcup ve rencide edilmiş aileler… Hediye alamadım diye üzülen ve belki de o gün okula gitmek istemeyen öğrenciler… Onu almaya ya da yapmaya çalışan öğrenciler için büyük, ama kolay kolay beğenmeyen öğretmenler tarafından yeterince “yaratıcı” ve “değerli” bulunmayıp öğretmenler odasının bir köşesinde unutulan ıvır zıvır (!) eşyalar…
Kendilerine gelen hediyeler üzerinden bazen gizli bazen de açıktan birbirleriyle yarışa giren, devletin yaptığı iş için kendisine maaş verdiği gerçeğini göz ardı edip hediyeleri hak sayan, aldığı hediyeler üzerinden kendisine değer biçen, aldığı hediyeleri bir saygınlık göstergesi kabul eden, gelen hediyeler yüklü olduğunda içten içe “en çok ben seviliyorum” duygusu yaşayan, hediye gelmediği için kendisini eksik hisseden, gelen hediyeleri kabul etmediği için tuhaf (!) karşılanan bazı öğretmenler…
Sahip olduğumuz “değer” kimler tarafından oluşturuluyor? Değerimiz hangi sistem tarafından belirleniyor? Kendimizi “başkalarına göre” konumlandırmaya neden ihtiyaç duyuyoruz? Bunlar üzerinde titizlikle düşünülmesi gereken sorular hiç şüphesiz… Unutulmamalıdır ki; insanın doğuştan gelen değeri başka insanlar tarafından oluşturulamaz ya da yok edilemez. Takdir edilmek bizim için çok önem taşıyorsa, dışsal referanslara çok önem veriyoruz demektir. Kendilik değerimizi başkalarının yargıları ve eylemleri üzerinden belirlediğimiz, bu yargıların bizi şekillendirmesine izin verdiğimiz sürece, sürekli alkış, ilgi ve iltifat peşinde koşar, birilerinin onayını alma, kendimizi birilerine kanıtlama çabası içinde oluruz. Bu durum ise gerçek mutluluk ve huzura kavuşmamızı engellediği gibi bedel olarak ciddi hataları ve tavizleri de beraberinde getirir. Takdire aşırı derecede önem vermek, nefsimizi ve egomuzu besleyeceği gibi kişiliğimizi de aynı ölçüde zayıflatacaktır…
Ne güzel söylemiş Mevlana;
“İnsanın gerçek değerini söylesem, ben de yanarım, dünya da
Fakat ne yazık ki, insan değerini bilemedi, kendini ucuza sattı
İnsan aslında çok değerli bir atlas kumaş iken, kendini hırkaya yama yaptı…”
Öğretmenlerimiz bir seçim yapmalı…
“Atlas kumaş” olarak kalmak mı, yoksa “hırkaya yama olmak” mı?
Dr. Şeyma Şahin